Sağlık

MADDE BAĞIMLILIĞI

Madde kullanım bozukluğu, DSM-5'e göre kişinin kullandığı maddeye ilişkin kontrolünü kaybetmesi, madde kullanımının zararlı sonuçlarına rağmen devam etmesi ve klinik olarak belirgin sıkıntı ya da bozulmaya yol açmasıyla tanımlanır. Bu bozukluk, yalnızca fiziksel bir bağımlılıktan ibaret değildir; psikolojik, davranışsal ve nörobiyolojik düzeyde karmaşık bir örüntü oluşturur.

Kişi genellikle madde kullanımına merak, rahatlama, sosyal uyum ya da anlık keyif amacıyla başlar. Ancak zamanla bu kullanım, bir içsel düzenleme stratejisine dönüşebilir. Yani kişi artık maddeyi keyif almak için değil; kaygıyı azaltmak, duygusal acıyı bastırmak ya da travmatik anılardan kaçmak için kullanır.

Nörobiyolojik Süreç: Ödül Sistemi ve Dopamin

Madde bağımlılığı, dopaminerjik ödül sistemi üzerinden işler.

  • Bağımlılık yapan maddeler (örneğin kokain, alkol, esrar, opioidler), dopamin salınımını olağandışı seviyelere çıkarır.
  • Bu aşırı dopamin salınımı, beyinde “ödül” hissi yaratır.
  • Zamanla bu yapay haz, doğal ödüllerin (örneğin yemek, sosyal ilişkiler, başarı) etkisini gölgeler.
  • Tolerans gelişir: Aynı etki için daha yüksek doz gerekir.
  • Beyin, madde olmadan dopamin salınımını sağlayamaz hale gelir.
  • Bu da yoksunluk belirtilerini ve zorlantılı kullanım döngüsünü başlatır.

Nörobiyolojik olarak kişi, maddeye sadece istek (craving) duymakla kalmaz; aynı zamanda madde olmadan duygusal regülasyonu sağlayamaz hale gelir.

Psikodinamik ve Davranışsal Açıdan Bağımlılık

Bağımlılık, sadece beyin kimyasına indirgenemez. Kişinin geçmiş deneyimleri, bağlanma stili, başa çıkma becerileri ve travmatik yaşantıları da bu sürecin önemli birer parçasıdır.

Risk faktörleri:

  • Travma: Özellikle erken çocukluk travmaları, maddenin bir "anestezi" olarak işlev kazanmasına yol açabilir.
  • Duygusal ihmal: Görülmemiş, duyulmamış çocuklar ilerleyen yaşlarda duygularını bastırmak için maddeye yönelebilir.
  • Bağlanma problemleri: Güvensiz bağlanan bireylerde madde, eksik olan duygusal düzenlemeyi sağlar.
  • Genetik yatkınlık: Ailede bağımlılık öyküsü olan bireylerde risk artar.
  • Eş tanılı psikopatolojiler: Özellikle depresyon, anksiyete bozuklukları, dikkat eksikliği ve borderline kişilik örüntüsü bağımlılık riskini artırır.

Madde bu bağlamda bir “kaçış yolu” olarak değil, kişinin bilinçsizce geliştirdiği bir “korunma stratejisi” olarak işlev görür.

Danışanlar çoğunlukla ambivalans (ikili duygu hali) yaşar. Bir yandan bırakmak isterken, diğer yandan maddeyi bir destek gibi görebilirler.

Sıkça duyulan ifadeler:

  • “Onsuz hayatın altından kalkamam.”
  • “Beni sadece madde sakinleştiriyor.”
  • “Aslında zararını biliyorum ama bırakınca kendimi boşlukta hissediyorum.”
  • “Kendimi başka türlü durduramıyorum.”

Bu cümleler bize bağımlılığın rasyonel değil; duygusal bir ihtiyaç üzerinden işlediğini gösterir.

  Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT)

  • Madde kullanımını sürdüren bilişsel çarpıtmalar çalışılır.
    • “Onsuz baş edemem” → “Zorlandığımda yardım alabilirim.”
    • “Bu kez farklı olacak” → “Geçmiş deneyimlerim bana ne söylüyor?”
  • Tetikleyiciler belirlenir, alternatif başa çıkma becerileri geliştirilir.
  • Relaps önleme stratejileri üzerinde durulur.

  EMDR Terapisi

  • Madde kullanımına neden olan travmatik anılar EMDR protokolüyle işlenebilir.
  • “Kullanmasaydım çıldırırdım” gibi inançlara bağlanmış anılar nötrlenerek kişi özgürleşir.
  • EMDR, özellikle geçmişteki reddedilme, aşağılama, değersizlik hissi içeren anılarla etkili çalışır.

Motivasyonel Görüşme

  • Değişim isteği az ya da belirsiz olan bireylerde içsel motivasyon ortaya çıkarılır.
  • “Neden bırakmak istiyorum?” ve “Neden zorlanıyorum?” soruları güvenli ortamda ele alınır.
  • Yargıdan uzak, işbirlikçi bir dil kullanılır. Danışanın ajansı (karar verici gücü) desteklenir.

Klinik Not: Bağımlılık Bir Spektrumdur

Madde kullanım bozuklukları şiddet düzeyine göre hafif, orta ve şiddetli olarak sınıflandırılır. DSM-5’e göre aşağıdaki 11 ölçütten en az 2 tanesinin son 12 ay içinde görülmesi “madde kullanım bozukluğu” tanısı için yeterlidir:

  • Kontrol kaybı
  • Kullanım süresinin artması
  • Bırakma çabalarında başarısızlık
  • Aşırı zaman harcama
  • İstek duyma (craving)
  • Sorumlulukları aksatma
  • Sosyal sorunlara rağmen kullanma
  • Keyifli aktivitelerden vazgeçme
  • Tehlikeli durumlarda kullanma
  • Fiziksel/psikolojik zararına rağmen devam etme
  • Tolerans ve yoksunluk

Bu ölçütlerin terapist tarafından dikkatle değerlendirilmesi gerekir.

Madde bağımlılığı yalnızca bir “bırakma hedefi” değil, kişinin kendini yeniden yapılandırma sürecidir. Maddeyi bıraktıktan sonra kişinin duygularıyla, geçmişiyle, bedenle ve ilişkilerle yeniden temas etmesi gerekir.

Çünkü iyileşmek, yalnızca bir maddeyi değil, kendine yabancılaştığın bir yaşam biçimini bırakmaktır.

Ve terapi bu noktada, sadece bırakmaya değil; yeniden inşa etmeye odaklanır.

ALKOL BAĞIMLILIĞI (ALKOL KULLANIM BOZUKLUĞU)

Alkol bağımlılığı dışarıdan bakıldığında yalnızca bir alışkanlık, bir irade meselesi gibi algılanabilir. Oysa çoğu zaman, bu davranışın ardında susturulamayan bir acı, tanınmamış bir duygu ya da unutulmaya çalışılan bir geçmiş vardır. Alkol, yalnızca bir madde değil, çoğu kişi için bir "rahatlama", bir "kaçış", hatta bir "kimlik" haline gelir.

Danışanlar terapiye geldiklerinde sıkça şöyle der:

“Yalnız kaldığımda içmeden duramıyorum.” “İçince içimdeki her şey susuyor.” “O an rahatlıyorum, ama sonra daha kötü hissediyorum.”

Bu ifadeler, alkolün yalnızca fiziksel değil; psikolojik bir bağ kurma biçimi olduğunu gösterir. Alkol bağımlılığı çoğu zaman, duyulamamış duyguların, ifade edilememiş öfkenin ve karşılanmamış sevgi ihtiyacının bir dışavurumudur.

Neden İçilir? Alkolün Psikolojik İşlevleri

Alkol birçok kişi için şu ihtiyaçlara geçici de olsa yanıt verir:

  • Bastırılmış duyguları susturmak
  • Sosyal kaygıyı azaltmak
  • Yalnızlık hissini yatıştırmak
  • Travmatik anılardan kaçmak
  • İçsel boşluğu doldurmak
  • Kendilik değerini geçici olarak artırmak

Kişi çoğu zaman alkolü bırakmak istemesine rağmen, bunu bir türlü başaramaz. Çünkü alkol yalnızca “bir madde” değil, duygularla başa çıkmanın öğrenilmiş bir yolu haline gelmiştir. Onu bırakmak, sadece alkolü değil; onun bastırdığı duygularla da yüzleşmeyi gerektirir.

Dopamin ve Alkol: Haz, Döngü, Tükenme

Bağımlılığı anlamak için yalnızca psikolojik değil, nörobiyolojik boyutu da bilmek gerekir. Alkol, beynin ödül sistemiyle doğrudan etkileşir. Bu sistemin merkezinde yer alan madde ise: dopamin.

  • Dopamin, haz ve motivasyonla ilişkili bir nörotransmitterdir.
  • Alkol alındığında dopamin salınımı hızla artar. Kişi kısa süreli bir keyif, rahatlama ve gevşeme hisseder.
  • Bu suni haz beyinde bir ödül sinyali yaratır ve kişi tekrar aynı hissi yaşamak için alkol arayışına girer.
  • Zamanla beyin, doğal yollarla dopamin üretmeyi azaltır.
  • Artık kişi sadece alkol alarak değil, alkol almadığında da eksiklik hisseder.

Bu döngü şuna benzer: İlk başta haz için içilir, sonra o hazzın yokluğundan kaçmak için.

Alkol Bağımlılığının Psikolojik Dinamikleri

Alkolle kurulan ilişki çoğu zaman geçmişten taşınan duygusal yaralara dayanır.

Sıklıkla görülen psikolojik altyapılar:

  • Duygusal ihmal: Çocuklukta duygularına alan açılmayan birey, onları bastırarak büyür. Alkol bu duyguları susturur.
  • Bağlanma problemleri: Güvensiz bağlanan bireyler, alkolü bir “duygusal destek” gibi kullanabilir.
  • Travmatik yaşantılar: Travmalarla baş etmek için kaçış yolları aranır. Alkol bu kaçışın en kolay erişilen formudur.
  • Değersizlik inancı: “Zaten kimseye faydam yok.” gibi iç sesler, kendine zarar verme davranışını tetikleyebilir.
  • Mükemmeliyetçilik: Başarılı olma baskısıyla büyüyen bireyler, alkolü gevşemek ya da başarısızlık hissinden kaçmak için kullanabilir.

İç Sesten Kaçış

Terapide duyulan bazı cümleler:

  • “İçmediğimde her şey çok gerçek ve sert.”
  • “Alkolken daha iyi biri oluyorum sanki.”
  • “Beni rahatlatan tek şey bu.”
  • “Bazen sırf uyuyabilmek için içiyorum.”
  • “İçmediğim zaman kendime tahammül edemiyorum.”

Bu cümleler, alkolün bir “rahatlama aracı” olmaktan çok, kendiyle baş başa kalamayan bir zihnin savunması olduğunu gösterir.

Alkolü Değil, Acıyı Anlamak

Terapide amaç yalnızca alkolü bırakmak değil; onun neden hayatın bir parçası haline geldiğini anlamaktır. Çünkü alkol bırakıldığında ortaya çıkan yalnızlık, kaygı, suçluluk gibi duygularla başa çıkmak için yeni yollar gerekir.

BDT (Bilişsel Davranışçı Terapi)

  • Alkol kullanımını tetikleyen otomatik düşünceler çalışılır:
    • “Alkolsüz rahatlayamam.”
    • “Herkes içiyor, ben de içmeliyim.”
    • “Bir tek bu iyi geliyor.”
  • Bu inançlar yeniden yapılandırılır, işlevsiz davranışlar yerine sağlıklı baş etme yolları geliştirilir.

EMDR

  • Alkol kullanımını başlatan veya sürdüren travmatik anılar EMDR ile çalışılır.
  • “İçmeden dayanamam” hissiyle ilişkili tetikleyici anlar hedeflenir.
  • Utanç, suçluluk, değersizlik gibi duygular EMDR protokolleriyle nötrlenebilir.

Motivasyonel Görüşmeler

  • Danışanın değişime ne kadar hazır olduğu keşfedilir.
  • Yargısız, destekleyici bir ilişki kurularak içsel motivasyon güçlendirilir.
  • “Neden bırakmak istiyorum?”, “Bırakırsam ne kazanırım?” gibi sorularla kişi kendi çözümünü geliştirir.

Sonuç: Alkolü Değil, Duygularını Tanımaya Cesaret Et

Alkol bağımlılığı bir “irade sorunu” değil, duygularla baş edememe biçimidir. Bırakılması gereken çoğu zaman sadece içki değil; onun ardına gizlenmiş yalnızlık, travma, sevgisizlik ve suçluluk duygularıdır.

Alkolün yokluğunda değil, onun susturduğu duygularla kalabildiğinde iyileşme başlar.

Ve belki ilk kez, kendini uyuşturmadan da taşıyabileceğini fark edersin.

Çünkü iyileşmek, bir şeyden vazgeçmek değil, kendinle yeniden karşılaşmaktır.

YEME BOZUKLUKLARI

Yeme bozuklukları çoğu zaman dışarıdan görünmez. Yalnızca iştah, kilo ya da diyetle ilgili sanılır. Oysa yeme bozukluğu, çoğunlukla kişinin kendilik algısıyla, duygularını düzenleme biçimiyle, hatta sevgi ve onay alma ihtiyacıyla doğrudan ilgilidir. Beden burada yalnızca bir sahnedir. Asıl oyun zihinde ve duygularda oynanır. Kimi zaman kişi kendini aç bırakarak kontrol etmeye çalışır. Kimi zaman yemek yerken sanki kısa süreliğine acısı hafifliyormuş gibi hisseder. Ama her defasında aynı duygular yeniden gelir: suçluluk, utanç, pişmanlık ve bazen de kendine öfke. Danışanlar çoğu zaman terapiye geç gelir. Çünkü utanırlar. “İrade eksikliği” olarak görürler. “Bunu bile kontrol edemiyorsam ben kimim?” gibi acımasız bir iç sesle yaşarlar. Ama gerçek şu ki, yeme bozuklukları bir tercih değil; içsel acının ifadesidir.  Bedenin Taşıdığı Anlam Yeme bozukluğu yaşayan kişi için beden, yalnızca fiziksel bir varlık değildir. O beden sevilip sevilmeyeceğini belirler. Kabul görüp görmeyeceğini, başarılı olup olamayacağını, hatta bazen “değerli olup olmadığını” simgeler. Birçok kişi için zayıf olmak, güçlü ve kontrollü olmaktır. Ya da kilo almak “zayıf karakter”, “tembellik” gibi algılanır. Bu inançlar çoğu zaman farkında olmadan içselleştirilmiştir. Kültürel olarak da bedenin taşıdığı anlam fazlasıyla yüklüdür. Kadın bedeninden beklenenler, erkek bedeninden beklenenler; medya, aile, çevre tarafından sürekli beslenir. Sosyal medya filtreli bedenleri gösterir. Gerçek bedene yer kalmaz. Ve kişi ister istemez kendini eksik, çirkin, başarısız, kontrolsüz hissetmeye başlar.  Yeme bozukluğu yaşayan bireyler genellikle bu cümlelerle gelir: 
  • “Yediğimde rahatlıyorum ama sonra kendimden tiksiniyorum.” 
  • “Yemediğimde güçlü hissediyorum. Açlık bana güç veriyor.” 
  • “Durduramıyorum. Sanki biri içimde yemem için bastırıyor.” 
  • “Kustuktan sonra rahatlıyorum ama sonra ağlamak istiyorum.” 
  • “Zayıflarsam her şey yoluna girecek gibi geliyor.” 
Bu cümleler bize bir şey gösterir: Yeme davranışı sadece bir davranış değil, duygusal bir düzenleme aracıdır. Yemek, bir ilaç gibidir. Bazen uyuşturur, bazen ceza olur, bazen kaçış olur. Türlerine Göre Yeme Bozuklukları 🥄 Anoreksiya Nervoza Kişi, çok zayıf olsa bile kendini aynada kilolu görür. Kilo alma korkusu yaşamı kontrol eder. Yemek kaloriye, kilo hayatın merkezine dönüşür. Her lokma bir tehdit gibi hissedilir. Genellikle başarı odaklı, mükemmeliyetçi, aşırı kontrolcü kişilik yapılarında görülür. Danışanlar genellikle çocuklukta övgüyle değil başarıyla sevilmiş, duygularını bastırmış kişilerdir. 🌀 Bulimia Nervoza Yemek yeme nöbetleri ve ardından gelen telafi davranışları (kusma, aşırı egzersiz, aç kalma) ile kendini gösterir. Kişi yemekle kısa süreli rahatlama yaşar, ardından yoğun suçlulukla cezalandırıcı davranışlara yönelir. İki uç arasında gidip gelen bu döngü, aslında duygularla başa çıkma biçimidir. Bulimia'da görülen en güçlü duygu utançtır. Tıkınırcasına Yeme Bozukluğu Kişi, açlık hissetmediği halde yoğun yeme atakları yaşar. Ardından pişmanlık, utanma, sosyal izolasyon başlar. Ancak bulimiadan farklı olarak burada kusma ya da telafi davranışı yoktur. Yalnızlık, sevgisizlik, değersizlik duyguları en temel tetikleyicilerdir. Yeme, burada adeta duygusal bir doldurma eylemidir.  Psikolojik Alt Yapı Yeme bozuklukları, genellikle şu psikolojik süreçlerin sonucu olarak ortaya çıkar: 
  • Duygusal ihmal: Duygularına çocukken alan bulamayan birey, duygularını tanıyamaz, ifade edemez. 
  • Sevgiyle koşullandırılmış başarı: “Zayıfsan sevilirsin”, “Mükemmel olursan kabul edilirsin.” 
  • Beden algısında bozulma: Kendini gerçek dışı biçimde büyük ya da çirkin görme. 
  • Travmalar: Fiziksel/duygusal istismar, zorbalık, alay edilme 
  • Aile içi kontrolcü yapı: Bireyin kendi sınırlarının gelişmesine izin verilmemesi 
Beden burada bir savaş alanına dönüşür. Aslında kişi, görünüşüyle değil; bastırdığı duygularla, çocukken alamadığı sevgiyle, ifade edemediği öfkeyle savaşıyordur.   Terapi Sürecinde Neler Olur? Terapide amaç sadece yeme düzenini değiştirmek değil, o düzenin arkasındaki psikolojik dünyayı anlamak ve dönüştürmektir. 
  • Kişi, bedenini “düşman” olarak görmekten vazgeçer. 
  • Yeme davranışıyla bağlantılı duygusal tetikleyiciler tanımlanır. 
  • “Zayıfsam değerliyim” gibi içselleşmiş inançlar sorgulanır. 
  • Suçluluk, utanç, kontrol duygusu fark edilir. 
  • Beden algısı yavaşça dönüşür. 
  • Kişi, yalnızca ne yediğini değil, neden yediğini anlamaya başlar. 
Terapist, bu süreçte danışanın kendine yönelttiği sert sesi fark etmesine, yavaş yavaş o sesi yumuşatmasına ve yerine daha şefkatli bir iç sesi koymasına eşlik eder. Bu kolay bir süreç değildir, ama mümkün bir iyileşmedir.  Yeme bozuklukları bir "beden sorunu" gibi görünse de aslında bir benlik çığlığıdır. Kilo, sadece görünen kısmıdır. Altında kendini ifade edemeyen, görülmeyen, sevilmediğini düşünen, kontrol etmeye çalışan bir zihin ve kalp vardır. Hiçbir beden, değerin ölçüsü değildir. Hiçbir tartı, kim olduğunu söyleyemez. Ve iyileşmek, görünmeyen yaraları fark etmekle başlar. 

ÖZGÜVEN PROBLEMLERİ

Özgüven eksikliği, yalnızca çekingen davranmak ya da sosyal ortamlarda rahat edememek değildir. Asıl mesele, insanın kendi iç sesini bastırması, kendini sürekli sorgulaması ve değersizlik duygusuyla hayata mesafeli yaklaşmasıdır. Bu görünmeyen duvar; başarıya, ilişkilere, hayallere, hatta basit günlük seçimlere bile engel olabilir.

Kimi zaman kendine inanamamak, kim olduğunu unutmak gibidir. İnsan, başkalarının gözünden bakar kendine. Yeterince iyi miyim? Doğru mu söylüyorum? Bunu hak ediyor muyum?

Ve bir noktadan sonra kişi şunu fark eder:

“Sürekli başkalarının onayını bekleyerek yaşıyorum. Kendim gibi değilim.”

Özgüven Eksikliğinin Gündelik Hayattaki Yansımaları

Her insanın özgüveni zaman zaman sarsılabilir. Ama eğer bu durum süreklilik kazandıysa, kişinin hayatını doğrudan etkiler. Kimi zaman çok başarılı görünen biri bile içten içe kendini değersiz hissedebilir.

Özgüven problemleri sıklıkla şu şekilde kendini gösterir:

  • Karar verirken sürekli başkalarına danışma
  • Sosyal ortamlarda rahat konuşamama, sürekli kendini izleme
  • “Hayır” diyememe, sınır koyamama
  • Başarılarını küçümseme, hep daha iyisini yapması gerektiğine inanma
  • Yeni bir şeye başlarken kendine ket vurma: “Zaten yapamam ki”
  • İlişkilerde kendini geri planda tutma, uyum sağlamak için kendinden vazgeçme
  • Dış görünüş, zekâ, yetenek gibi konularda kendini yetersiz görme
  • Başkalarının düşüncelerini gerçeğin yerine koyma

Bu davranışlar zamanla kişiyi kendinden uzaklaştırır. Ne istediğini, ne hissettiğini, neye ihtiyacı olduğunu bilemez hale gelir. Kendi hayatının seyircisi gibi hissetmeye başlar.

Özgüven Eksikliği Nereden Gelir?

Özgüven, doğuştan gelen bir özellik değildir. Büyük ölçüde çevresel etkilerle şekillenir. Özellikle çocukluk ve ergenlik döneminde yaşanan deneyimler, bireyin kendilik algısında belirleyicidir.

Özgüven sorunlarının temelleri genellikle şunlardır:

  • Aşırı eleştirel ebeveyn tutumu
  • Başarıyla koşullandırılmış sevgi (örneğin “ancak başarılı olursan değerlisin” mesajı)
  • Çocukken sürekli kıyaslanmak
  • Gülünç duruma düşmekten korkulan sosyal deneyimler
  • Travmatik deneyimler (zorbalık, dışlanma, duygusal ihmal vb.)
  • Ailede bireyin sınırlarına saygı duyulmaması

Zamanla bu deneyimler kişinin iç sesi haline gelir. Artık dışarıdan biri ona “sen yetersizsin” demese bile, o kendi içinde bu sesi tekrar eder.

Nasıl Hissettirir?

Özgüven eksikliği yaşayan kişiler, yalnızca “çekingen” ya da “utangaç” değildir. Çoğu zaman yüksek içsel farkındalığa sahiptirler ama bu farkındalık yargılayıcıdır. Kendini en çok eleştiren yine kendisidir.

Seanslarda en çok duyulan cümleler şunlardır:

  • “Kendim gibi davranamıyorum.”
  • “Sanki ne söylesem saçma olacak gibi hissediyorum.”
  • “Bazen ortama bile girmek istemiyorum.”
  • “Bir şey başarınca bile içimden ‘tesadüftü’ diyorum.”
  • “Benim fikirlerim önemsiz.”
  • “Sanki herkes daha donanımlı, daha zeki, daha güçlü.”

Bu içsel diyalog, kişiyi hem sosyal hayattan hem kendi potansiyelinden uzaklaştırır.

Terapide Özgüvenle Nasıl Çalışılır?

Özgüven eksikliği terapiye en iyi yanıt veren sorunlardan biridir. Çünkü bu durumun kökeninde genellikle bilinçdışı öğrenmeler ve içselleşmiş yanlış inançlar vardır. Terapide kişi kendine dair bu yargıları fark eder, sorgular ve yeniden inşa etmeye başlar.

Bu süreçte:

  • Kişi kendine söylediği sözleri fark eder
  • “Mükemmel olmalıyım” ya da “rezil olmamalıyım” gibi inançları tanır
  • Başkalarının görüşlerini “gerçek” zannetmekten vazgeçer
  • Küçük adımlarla sınır koyma, ifade etme, var olma deneyimi yaşar
  • Kendini tanıma ve yeniden tanımlama sürecine girer

Özgüven eksikliği, kişinin yaşam potansiyelini gölgeleyen bir filtredir. Ama bu filtre geçirgendir. Fark edildikçe, üzerine çalışıldıkça, yerini daha net ve güçlü bir benlik algısına bırakabilir.

Kendin gibi olmak, en çok zorlandığın ama en çok ihtiyaç duyduğun şey olabilir.

Ve bil ki: Kendini küçülterek kimseyi daha büyük yapmış olmuyorsun.

Tıkanırcasına Yeme Bozukluğu Belirtileri ve Nedenleri

Tıkanırcasına yeme bozukluğu, kişinin kontrolsüz bir şekilde büyük miktarlarda yiyecek tüketmesi ve bu davranışın sıklıkla rahatsızlık verici bir düzeyde tekrarlamasıyla karakterize edilen bir durumdur. Bu bozukluğun belirtileri arasında şunlar yer almaktadır:
  • Aşırı Yeme Atakları
Kişi, normal yemek zamanlarında veya tok olmasına rağmen hızlı bir şekilde büyük miktarlarda yiyecek tüketir. Bu ataklar sırasında genellikle kontrol kaybı yaşamaktadır.
  • Gizli Yeme Davranışları
Kişi, başkalarının gözü önünde yemez ancak gizlice çok fazla miktarda yiyecek tüketir. (daha&helliip;)

Bağımlılıklarda EMDR Terapisi

Bağımlılık, madde kullanımı (alkol, uyuşturucu vb.) veya davranışsal süreçler (oyun, kumar, alışveriş vb.) aracılığıyla bağımlılık yapan maddeler veya etkinliklerle ilişkilidir. Bağımlılığın temelinde, beynin ödül sistemi ve motivasyonel süreçlerdeki değişiklikler yer alır. Bağımlılık hem fiziksel hem de psikolojik olarak kişiyi etkileyebilen karmaşık bir beyin hastalığıdır.(daha&helliip;)

Erken Yaşta Pornografik İçerik İzleme

Erken Yaşta Pornografik İçerik İzleme; Günümüzde teknolojinin hızla gelişmesi ve internetin yaygınlaşmasıyla birlikte, çocuklar ve gençler için çeşitli zararlı unsurlara maruz kalmak kaçınılmaz bir hâle gelmiştir. Bunların başında pornografik içerikler gelmektedir. Çocukların ve gençlerin erken yaşlarda pornografik içerikle karşılaşmaları, psikolojik, sosyal ve duygusal açılardan önemli sorunlara yol açabilir. (daha&helliip;)

Ergenlik Nasıl Bir Dönemdir ?

Ergenlik dönemi , çocukluktan yetişkinliğe geçerken yaşanılan doğal bir fiziksel ve duygusal gelişim sürecidir. Bu süre zarfında fiziksel değişimler, sesin kalınlaşması, kıllarının büyümesi ve kızlarda göğüslerin gelişimi gibi cinsiyet özelliklerinin gelişimi de dahil olmak üzere bir dizi değişiklikten geçer.(daha&helliip;)

EMDR Terapisi Nedir ?

EMDR TERAPİSİEMDR terapisi, travmatik anıları olan insanlara yardım etmek için nispeten yeni ama çok etkili bir yöntemdir. Göz hareketleri ile duyarsızlaştırma ve yeniden işleme yani EMDR terapisi, bir ruh sağlığı tedavi tekniğidir. Bu yöntem, travmatik anıları işlerken gözlerinizi belirli bir şekilde hareket ettirmeyi barındırır. Tüm zihinsel sağlık durumlarını tedavi edemese de bu terapi yöntemi, geçmişlerinde acı verici olaylarla mücadele eden insanlar için büyük bir fark yaratır. (daha&helliip;)

Sigara Bağımlılığı Nedir ?

Sigara bağımlılığı nedir? Sigara, her yıl bağımlısı olan yedi milyon kişinin ölümüne sebep olmaktadır. Asıl bağımlılık yapan madde ise hem fiziksel hem de ruhsal sorunlara sebep olan nikotinden kaynaklanır. Ömrü boyunca 100 adet sigara içen kişinin zararlı etkiye maruz kaldığı varsayılır. Günde bir adet sigara içmek bağımlılık olarak görülmese de sigara bağımlısı olmaya giden yolun kriterlerinden biridir. (daha&helliip;)
Whatsapp
Hemen Arayın
× Whatsapp